Giriş
Chesapeake koyunda köpüklü sulara dalmaya hazırlanan Amerikalı güzel bir genç kız için hayat daha iyi olamazdı… ‘Başkalarının çöpe attığı şeylerden’ ustaca şeyler yapıp ülkesinde yaşanan Büyük Buhran dönemini atlatan kızın babası, sonunda başarılı bir iş adamı olmuş ve Los Angeles’ta düzenlenen 1932 Olimpiyat Oyunlarında Amerika Birleşik Devletleri güreş takımında yer almıştı.
Keyifli aile tatilleri, çeşitli sporlar (okulundaki kızlar lakros takımının kaptanıydı) ve okulunun Onursal Topluluğu’nda bir yer huzurlu ergenlik yıllarının uyumlu birer parçalarıyken üç kız kardeşiyle birlikte, babalarının güvenilir temel değerlerini özümsemişti. Kendi deyişiyle, “Hatırlayabildiğim kadarıyla, evimizde ve yaşamlarımızın etrafında mutluluktan başka bir şey yoktu.” Üstüne üstelik Tanrı da tüm bu olanları destekliyor gözüküyordu. Onun için kiliseye gitmek neredeyse nefes almak kadar doğaldı ve ergenliğinin ortalarında sadık bir Hristiyan olarak iman ikrarında bulunmuştu.
Kendisini dünyanın zirvesinde hissediyor olmalıydı. Şimdi, o sıcak Temmuz gününün sonunda güneş batarken, serin ve ferah suya bir bıçak gibi dalmanın heyecanıyla bekliyordu. Güneş yanıklarıyla dolu kollarını ve bacaklarını esnetti ve suya daldı. Beş saniye sonra hayatı sonsuza kadar değişmişti…
Yüzeye doğru dönerken, kafasını bir kayaya çarptı ve bu onu körfezin kumlu zeminine hapsetti. Vücudu kontrolsüzce yayılırken, ‘titreşimle karışık elektro şok gibi bir şey hissetti – ağır metal bir yayın aninden ve keskin bir şekilde salınması gibi.’ Çaresiz bir şekilde yüzeye çıkmak için savaştı ama kolları ve bacakları beyninden gelen çılgına dönmüş mesajlara yanıt vermeyi başaramadı. Nefesini daha fazla tutamaz duruma geldiğinde, gel-git dalgası onu yukarıya doğru kaldırdı. Kardeşi Kathy aşağı doğru uzanıp onu tuttu ve diğer kişilerin yardımıyla onu karaya çıkardılar.
Bir ambulans onu acilen hastaneye götürdü ve sirenler inlerken korkusunu Kutsal Kitap’tan uzun zamandır hatırladığı ayetlerle yenmeye çalıştı: “RAB çobanımdır, eksiğim olmaz. Beni yemyeşil çayırlarda yatırır, sakin suların kıyısına götürür…” Hastanenin acil servisinde, kafası karışmış, korkmuş ve her zamanki hastane kokularından dolayı midesi bulanmışken, tekrar Kutsal Kitap’a yardım elini uzattı: “Karanlık ölüm vadisinden geçsem bile, kötülükten korkmam. Çünkü sen benimlesin…”
Bir dizi test ve röntgen filminden sonra doktorlar kafasına acil bir ameliyat yapma kararı aldılar. Sonraki günler Stryker Frame cihazına, vücudunun tek tek parçaları hareket ettirilmeden iki saatte bir döndürülmesine izin veren bir kanvas “sandviç” içine bağlanmış bir şekilde bilinci bir açık bir kapalı şekildeyken akıp geçti. Bilinçliyken saatleri korku ve acıyla, bilinçsiz saatleri ise korkunç rüyalar ve ilaca bağlı halüsinasyonlarla yarıda kesildi.
Bu süreci kemik taraması ve omurilik röntgeni takip etti, daha sonra da omurganın kırık-çıkığının neden olduğu hasarı telafi etmek için hassas bir ameliyat, ama sonunda doktorlar onu gerçeklerle yüzleştirdi: tam bir kuadriplejiydi. Halk arasında bilenen tabiriyle, omuriliğindeki zarar yüzünden kollarını, ellerini veya bacaklarını bir daha asla kullanamayacağı anlamına geliyordu.
Genç kız tamamen yıkılmıştı. İlerleyen haftalar doktorların çeşitli tedavi ve terapi biçimlerini önerdiği kısacık umut anlarla doluydu ancak bu anlar kısa süre sonra acı bir kırgınlıkla sona erdirildiler:
‘Ah, Tanrım, bunu bana nasıl yaparsın?’
‘Bana ne yaptın böyle?’
‘Sağır bir kulak tarafından işitildikçe dua etmenin ne faydası olabilir?’
‘Tanrı umursamaz. Umurunda değiliz.’
Keder, vicdan azabı ve depresyon ‘kalın, nefes almayı engelleyen bir battaniye gibi üzerini örttü… Zihinsel ve ruhsal ıstırabı, fiziksel işkence kadar dayanılmazdı… Yaşamımı sonlandırmak için parmaklarımda bir şey, herhangi bir şey yapmaya yetecek güç ve kontrol olmasını nasıl da istedim!’ Yılın ilk zamanlarındaki ruhsal güvence şimdi sorması kaçınılmaz olan sorunun alaycı arka planı gibi gözüküyordu: ‘İşler ters gittiğinde Tanrı nerededir?’
Bu sorunun geçmişi binlerce yıl geriye gitmektedir ve bu sorunun arkasında argüman şu şekilde özetlenebilir:
- Dünyada kötülük ve acı vardır.
- Eğer Tanrı’nın gücü her şeye yetseydi, kötülüğü ve acıyı engelleyebilirdi.
- Eğer Tanrı sevgi doluysa, bunları engellemek ister.
- Eğer her şeye gücü yeten, sevgi dolu Tanrı olsaydı, dünyada kötülük ve acı olmazdı.
- Bu nedenle Tanrı ya güçsüz, ya sevgisiz ya da yoktur.