Tanrı’nın Megafonu

Herkes tarafından saygı duyulan bir akademisyen olan C. S. Lewis, Acı Sorunu adlı ünlü kitabında şöyle yazmıştır: “Tanrı bize zevklerimizde fısıldar, vicdanımızda konuşur, ama acılarımızda bağırır; sağır bir dünyayı uyandırmak için onun megafonu budur.” Lewis haklıydı. Pek çok insan için hayat tamamen ben merkezlidir. Eğer Tanrı bu insanların düşüncelerinde yer alıyorsa, bu sadece işler zorlaştığında ya da özel bir ihtiyaçları olduğunda çağrılacak belirsiz bir acil servis gibidir. Bu tarz insanlara evrenin merkezi olmadığımızı ya da doğa güçlerini kontrol edemediğimizi hatırlatmak gerekir. Tanrı bu tarz insanların kötülüğün korkunç gerçekliğini ve gücünü fark etmelerine, akıllarını başlarına toplamalarına, yaşamda doğru bir bakış açısı bulmalarına ve desteğine başvurmalarına yardımcı olmak için genellikle şu ya da bu türden farklı acıları kullanır. Binlerce yıl boyunca milyonlarca imanlı, Tanrı’nın kendisine güvenenler için kötülükten iyilik çıkarttığı en azından şu altı yola tanıklık etmiştir:

İlk olarak, acı çekmenin Tanrı’nın yüce bilgeliğine olan güveni geliştirdiği zamanlar vardır. Eyüp yaşadığı travmatik deneyimlerden şikâyet ettiğinde, Tanrı ona derli toplu bir açıklama yapmayı reddetmiş ve Tanrı’yı umursamaz ya da adaletsiz olmakla suçlayabilmesi için ancak Tanrı’nın bilgeliği ve gücüyle eşit bir bilgeliğe ve güce sahip olması gerektiğini söylemiş ve şunu eklemiştir:

“Ben dünyanın temelini atarken sen neredeydin? Anlıyorsan söyle […] Her Şeye Gücü Yeten’le çatışan O’nu yola getirebilir mi? Tanrı’yı suçlayan yanıtlasın” Eyüp 38:4; 40:2.

Bir keresinde Yunanistan’da iki bacağı da kesilmiş kör bir imanlıyla tanıştım, ama bana: “Tanrı’dan şikâyetçi değilim. Bu bacaklar zaten ona aitti, bu yüzden onlarla ne isterse yapmaya hakkı var” dedi.

İkinci olarak, Tanrı bazen kötülük ve acıları bir inanlının imanına odak noktası sağlamak için kullanır. M.Ö. 600 yıllarında Yahuda’da yaşayan peygamber Habakkuk, ulusun ahlaki çöküşü karşısında Tanrı’nın görünürdeki kayıtsızlığı karşısında şaşkına dönmüştü. Yine de Tanrı işlerin daha iyiye gitmeden önce çok daha kötüye gideceğini açıkça belirttiğinde bile Habakkuk, “Ben yine RAB sayesinde sevineceğim, kurtuluşumun Tanrısı sayesinde sevinçten coşacağım” diye tanıklık etti (Habakkuk 3:18). Hiçbir şey Tanrı’nın kontrolü dışında değildir ve koşullar onu gafil avladığı için kriz yönetimine başvurmak zorunda da değildir. Peter Bloomfield’in bu konuda çok yerinde bir yorumu vardır:

“Tanrı’dan şüphe etmek için geçerli bir neden yoktur. İnsanın merakına ve zayıflığına, yanıtlanamayan sorularımıza, bilgimizdeki boşluklara ve açıklanmış şeyleri görmezden gelerek açıklanmamış şeylerin peşinde koşmamıza rağmen, Tanrı tamamen güvenilirdir.”

Üçüncü olarak, acı çekmek ruhsal açıdan verimli olunması demektir. Yeni Antlaşma yazarlarından biri, Mesih’teki kardeşlerini deneme zamanlarında olumlu bir bakış açısı geliştirmeye ve imanlarının azimlerini geliştireceğini ve onları “hiçbir eksiği olmayan, olgun ve tam” olmaya götüreceğini fark etmeleri için teşvik etmiştir (Yakup 1:3–4).

Dördüncüsü, Kutsal Kitap Tanrı’nın imanlıları terbiye etmesinin değerli olduğunu, çünkü ‘eğitici düzeltmelerin yaşama giden yol’ olduğunu söyler (Süleyman’ın Özdeyişleri 6:23). Başka bir yerde, “Tanrı bizi iyiliğimiz için, kutsallığını paylaşalım diye terbiye eder” diye açıklar ve “hiçbir terbiye o zaman hoş görünmese de, acı verse de”, sonunda “terbiye edilenler için doğruluk ve esenlik hasadı” ürettiğini ekler (İbraniler 12:10–11). Bu, kişisel mutluluğu ve kendini şımartmayı gündeminin en üst sırasına koyan bir kültürün tam tersidir, ancak sayısız imanlı nesil bu gerçekleri doğrulamaktadırlar.

Beşinci olarak, acı çekmek bize fiziksel zayıflığımızı ve Tanrı’ya olan bağımlılığımızı hatırlatarak yaşamda sağlık ve güçten daha fazlası olduğunu öğretir. Tanrı, Pavlus’un şifa için ettiği duayı kabul etmediğinde, elçi Pavlus sakatlığının bir ceza değil, bir tür koruma olduğunu fark etmiştir - kendi özgü durumunda, ‘kibirlenmemi engellemek için’ (2. Korintliler 12:7).

Altıncı olarak, denemeler dikkatimizi zamanın sorunlarından sonsuzluğun sorunlarına yöneltir. Zamanımızın çoğunu moda, spor, tatile nereye gideceğimize karar vermek, restoran ya da evimiz için eşya seçmek gibi önemsiz şeylerle geçirebiliriz ancak büyük bir felaket manşetlere çıktığında ya da ciddi bir kaza veya hastalık meydana geldiğinde, bu şeyler aniden önemsiz hale gelir ve genellikle kendi ölümümüzün kesinliği ve ötesinde neler olabileceği hakkında ciddi bir şekilde düşünmeye sevk ediliriz. Ani travma çoğu zaman insanların “Görünen geçicidir, ama görünmeyen kalıcıdır” (2. Korintliler 4:18) gerçeği üzerinde derinlemesine düşünmelerine neden olur. Herbert Carson, sahip olunması gereken doğru bakış açısının güzel bir örneğini vermektedir: “Gecekonduların tasfiye edilmesi kendi başına bir amaç değildir… Nihai amacı insanları daha iyi evlere taşımaktır. Dolayısıyla, Tanrı’nın zaman zaman sert gibi görünen tüm davranışlarında, bizi nazikçe ve lütufkâr bir şekilde taşınmaya hazırlamaktadır.” Kutsal Kitap inananlara hiçbir yerde acıya karşı bir sigorta poliçesi sunmaz ancak halkına acıların ötesinde sonsuz bir gelecek vaat eden Tanrı’ya güvenerek acılarla başa çıkmanın bir yoluna işaret eder.

Her şeye gücü yeten bir Tanrı’nın kötülüğün üstesinden gelebileceği sevgi dolu bir Tanrı’nın bunu yapmak isteyeceği iddia edildiğinde, Tanrı’ya iman eden bir kişi bu gerçeği kabul eder ancak iddiada bulanan kişi bunun şu anda gerçekleşmese de gelecekte gerçekleşeceğinden emin olabileceğimizi de ekler. İman etmeyenler geleceğe bakmaya gayret ederken, kendilerini yanlışların asla düzeltilemeyeceği ve kötülüğün son sözü söyleyeceği umutsuz bir boşluğa bakıyorken bulabilirler ancak Kutsal Kitap çok farklı bir bakış açısı sunar. Tanrı kötülüğün ve acının bir süreliğine ve asla tam olarak anlayamayacağımız amaçlar için var olmasına izin verse de, bunların bir gün ortadan kaldırılacağını ve ürettikleri sorunların mükemmel ve kalıcı bir şekilde çözüleceğini söyler. Mevcut düzeni var eden ve “güçlü sözüyle her şeyi ayakta tutan” (İbraniler 1:3) Tanrı, bu harap olmuş ve bozulmuş kozmosu sona erdirecek ve onu “artık ölümün, yasın, ağlayış ya da acının olmayacağı” (2. Petrus 3:13) “yeni bir cennet ve doğruluğun evi olan yeni bir yeryüzüne” dönüştürecektir, çünkü “eski düzen ortadan kalkmış’ olacaktır (Vahiy 21:4).

Tanrı’nın evrensel bir ahlaki düzenleme yapacağı gün yaklaşmaktadır. Kusursuz adalet sağlanacak - ve sağlandığı görülecek. Kötüler artık zenginleşmeyecek, doğrular artık acı çekmeyecek ve kötülük sorunu tüm şüphe ve tartışmaların ötesinde tam ve nihai olarak çözülecektir. Elçi Pavlus’un yirmi yıl boyunca neredeyse hiç dinmeyen acı ve baskıları “hafif ve anlık sıkıntılar” (2. Korintliler 4:17) olarak bir kenara bırakmasını ve imanlı kardeşlerine, “bu anın acıları, gözümüzün önüne serilecek yücelikle karşılaştırılmaya değmez” (Romalılar 8:18) diye güvence vermesini sağlayan şey budur. Kötülüğün ve acının varlığı Tanrı’nın olasılığını ortadan kaldırmaz, ancak Tanrı’nın varlığı halkı için kötülüğün ve acının ortadan kaldırılacağını garanti eder.

Düşüncelerimizi yalnızca zaman ve mekânla sınırlandırırsak, kötülük ve acı çekme konusunu asla kavrayamayız. Anlam ve amaca ilişkin soruların yanıtları, ateizmin içerisinde işlediği “kutunun” dışında yatmaktadır. Ayın çekim gücünü bilmediğimiz sürece gelgit harekelerinin bir anlam ifade etmemesi gibi, “kutuya hapsolmuş” düşünce tarzı da zihinlerimizi yatıştıracak ya da kalplerimizi memnun edecek cevapları asla bulamaz. Kötülüğe ve acıya Kutsal Kitap’a dayanan bir karşılık, zaman ve mekânın ötesine geçer, çünkü insanın çektiği ıstırabın aciz bir izleyicisi olmayan ama olan her şeyi tamamen kontrol eden Tanrı’yla kişisel bir ilişkiye dayanır.