Tanrı Olan İnsan
Kutsal Kitap daha sonra ileri doğru daha büyük bir adam atarak Tanrı’nın insanların çektiği acıların gerçekliğiyle yakında ilgilendiğini ve kötülüğü cezalandırmak ve sonunda onu yok etmek için tarif edilemez bir bedel ödeyerek radikal bir eylemde bulunduğunu ortaya koyar. Bunu İsa Mesih’in şahsında yapmıştır. Büyük başarı kazanan “İsa Mesih Superstar” müzikalinde Mecdelli Meryem “O bir insan, sadece bir insan” diye şarkı söyler. Haklıydı - ve haksızdı da! Her ne kadar İsa Mesih’in karakteri, sözleri ve eylemleri onu şimdiye kadar yaşamış olan diğer altmış milyar insandan çok daha üstün kılsa da, Kutsal Kitap onun gerçekten ve tamamen insan olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Çocukken ayakta durmayı, yürümeyi, konuşmayı ve yazmayı, kendi kendine beslenmeyi ve giyinmeyi öğrenmesi gerekiyordu. Yorgun, aç ve susuz olmanın ne demek olduğunu biliyordu. Başkalarının başına gelen trajediden duyduğu endişeyle ‘ağladı’ (Luka 19:41); iyi bir haber duyduğunda ‘sevinçle doldu’ (Luka 10:21). Daha da önemlisi, ‘tıpkı bizim gibi her yönden denendi’ (İbraniler 4:15).
Yine de o bir insandan daha fazlasıydı. O doğmadan yüzlerce yıl önce, Tanrı tarafından gönderilen peygamberler, Tanrı’nın gelecekte bir gün insanlık tarihine müdahale edeceğini ve insanlığın en büyük ihtiyacına mükemmel bir cevap verecek büyük bir kurtarıcı - Mesih - göndereceğini vaat ettiler. Bu peygamberliklerden 300’den fazlası onun doğum zamanını ve yerini, soy ağacını, yaşam tarzını, öğretisini, mucizevi güçlerini ve ölümünü çevreleyen olayların en küçük ayrıntılarını kapsıyordu. Daha da şaşırtıcı olanı, onun bir bakireden doğacağını söylüyorlardı ki, bu insan yaşamında eşi benzeri olmayan bir şeydi.
İsa bu peygamberlik sözlerinin her birini harfi harfine yerine getirmiş ve bunu yaparken de Kutsal Kitap’ın tümünün ‘görünmez Tanrı’nın sureti’ (Koloseliler 1:15) ve ‘bedensel olarak… Tanrı’nın doluluğu’ (Koloseliler 2:9) olduğuna dair verdiği tanıklığı onaylamıştır. Ama İsa neden geldi? Kutsal Kitap daha açık olamazdı. Bir politikacı, bir diplomat, bir ekonomist, bir bilim adamı, bir doktor ya da bir psikiyatrist olarak değil, insanlığın en köklü ve ölümcül sorunuyla - Kutsal Kitap’ın kesin ve net bir şekilde ‘günah’ olarak adlandırdığı şeyle - başa çıkmak için geldi.
Daha önce gördüğümüz gibi, Tanrı’nın yaratılış (insanoğlu dahil) hakkındaki ilk kararı, yaratılışın “çok iyi” olduğu ve içindeki her şeyin O’nun tam onayını aldığı yönündeydi. Ancak işler değişti! Günümüz medyası şiddet, kan dökme, sefahat, ahlaksızlık, sahtekârlık, yolsuzluk, açgözlülük ve her türden günah haberleriyle dolup taşmaktadır - ve Kutsal Kitap bunun nedenini durmaksızın ‘her şeyden daha aldatıcı ve tedavisi imkânsız’ olan insan yüreğinin bozulmuşluğu olduğuna işaret eder (Yeremya 17:9).
İşte Tanrı, İsa Mesih’in şahsında bu korkunç sorunu çözmeye gelmiş ve bunu yaparken de günahın neden olduğu acı ve ıstıraba sonuna kadar katlanmıştır. Bu, ilk kez 1960’larda yazılmış olan şu sözlerde güçlü bir şekilde ifade edilmiştir:
Zamanın sonunda, milyarlarca insan Tanrı’nın tahtının önünde büyük bir düzlüğe yayıldı. Çoğu önlerindeki parlak ışıktan ürkerek kaçıyordu. Ancak ön tarafa yakın bazı gruplar hararetle - utançla değil ama kavgacı bir tavırla: ‘Tanrı bizi yargılayabilir mi?’ diyorlardı.
‘Acı çekmeyi nereden bilsin?’ diye çıkıştı genç bir kadın. Elbisesinin bir kolunu yırtarak Nazi toplama kampına ait dövmeden oluşan bir numarayı ortaya çıkardı. ‘Korkunç şeylere katlandık… Dayak yedik… İşkence gördük… Öldük!’
Başka bir gruptaki siyahi bir adam gömleğinin yakasını indirdi. ‘Peki ya bu?’ diye sordu, boynundaki çirkin bir ip yanığını göstererek: ‘Siyahi olmaktan başka bir suçum olmadığı halde linç edildim!’
Başka bir grupta, asık suratlı hamile bir kız öğrenci. ‘Neden acı çekmeliyim?’ diye mırıldandı. ‘Bu benim hatam değildi.’
Düzlüğün uzak köşelerinde böyle yüzlerce grup vardı. Her biri, yaşadığı dünyada kötülük ve acılara izin verdiği için Tanrı’dan şikâyetçiydi. Tanrı, her şeyin hoş ve aydınlık olduğu, ağlayışın ya da korkunun, açlığın ya da nefretin olmadığı cennette yaşadığı için ne kadar şanslıydı! Tanrı, insanların bu dünyada katlanmak zorunda kaldıkları onca şey hakkında ne bilebilirdi ki? ‘Tanrı oldukça güvenli bir yaşam sürüyor,’ dediler.
Böylece bu grupların her biri, aralarından en çok acı çekmiş olduğundan dolayı seçtikleri liderlerini gönderdi. Bir Yahudi, bir siyahi, Hiroşimalı bir kişi, aşırı derecede sakat bir eklem hastası, annesinin uyuşturucu kullanmasından dolayı sakat doğan bir çocuk. Bu kişilerin hepsi düzlüğün ortasında birbirlerine akıl danıştılar.
Sonunda davalarını sunmaya hazırdılar. Hazırladıkları bu dava oldukça zekiceydi. Tanrı onların Yargıcı olmaya hak kazanmadan önce, onların katlandıklarına katlanmalıydı. Verdikleri karar şuydu: Tanrı yeryüzünde yaşamaya mahkûm edilmeliydi - hem de bir insan olarak! Bırakın bir Yahudi olarak doğsun. Doğumunun meşru olup olmadığından şüphe edilsin. Ona o kadar zor bir iş verin ki, yapmaya çalıştığında ailesi bile onun aklını kaçırdığını düşünsün. En yakın arkadaşları tarafından ihanete uğrasın. Sahte suçlamalarla karşılaşsın, önyargılı bir jüri tarafından yargılansın ve korkak bir yargıç tarafından mahkûm edilsin. Bırakın işkence görsün. Sonunda, yapayalnız olmanın ne demek olduğunu görsün. Sonra da acılar içerisinde ölsün. Öyle bir ölsün ki, öldüğüne dair hiçbir şüphe kalmasın. Bunu kanıtlayacak bir sürü tanık olsun.
Her bir lider kendi hükmünü açıklarken, toplanan insan kalabalığından yüksek bir onay mırıltısı yükseldi. Son lider de hükmünü açıkladıktan sonra uzun bir sessizlik oldu. Kimse başka bir kelime söylemedi. Kimse kımıldamadı. Çünkü herkes birdenbire Tanrı’nın vermek istedikleri hükmün cezasını çoktan çektiğini anlamıştı.