Bir Vaka Öyküsü
Kutsal Kitap’ın kötülük ve acı çekme konusunu en kapsamlı şekilde ele aldığı eser, 3.000 yıl önce yaşamış olan Eyüp adında bir adamın öyküsüdür. “Doğu halkları arasındaki en büyük adam” (Eyüp 1:3) olarak anılan Eyüp, ciddi bir servete sahipti ve yedi oğul ile üç kızın babasıydı. Dahası, “kusursuz ve dürüsttü; Tanrı’dan korkar ve kötülükten sakınırdı” (Eyüp 1:1), ancak korkunç bir günde hem doğal felaketler hem de kötü insanların eylemleri tarafından vuruldu. 11.000 hayvanının çoğu çalındı; geri kalanlar büyük bir ateş topuyla kül oldu; hizmetkârlarının çoğu öldü ve on çocuğu parti düzenledikleri evi vuran bir kasırgada can verdi (bkz. Eyüp 1:13–19). Yine de kendi şahsında yaşanan katliamdan sonra Eyüp “tapınarak yere kapandı” ve şöyle dedi:
“Bu dünyaya çıplak geldim, çıplak gideceğim. RAB verdi, RAB aldı, RAB’bin adına övgüler olsun!” (Eyüp 1:20–21)
Bu, Tanrı’nın egemenliğine olan inancın etkileyici bir beyanıydı ancak imanı Eyüp’ün çektiği acıları azaltmadı. Sağlığı bozulmaya başladı; çıbanlarla kaplandı; derisi soyulmaya başladı; gözleri zayıfladı; dişleri çürüdü ve ateş, uykusuzluk ve depresyonun bir kombinasyonu onu vurdu. En yakınındakiler ona sırt çevirdi ve karısı dolaylı olarak onu intihara davet etti: “Tanrı’ya lanet et ve öl!” (Eyüp 2:9). Yakın çevresindeki dostları önce anlayışlı davrandılar ama kısa süre sonra ağız değiştirerek Eyüp’e çektiği büyük acının büyük bir günahın cezası olması kanaatini taşıdıklarını söylediler.
O andan itibaren Eyüp adeta duygusal bir lunapark trenlerinden birisine bindi. Depresyonun derinliklerindeyken ölü doğmuş olmayı diledi: “Neden doğarken yok olmadım?” (Eyüp 3:11). Bir dalganın tepesindeyken, sonsuzluğu Tanrı’nın huzurunda geçirmeyi imanla bekliyordu: “Kurtarıcımın yaşadığını biliyorum… Onu kendi gözlerimle göreceğim” (Eyüp 19:25,27). Başka bir noktada, kendisi “toza ve küle dönüşürken” (Eyüp 30:19), tanrısız kişilerin “yıllarını refah içinde geçirmelerine ve mezara huzur içinde gitmelerine” (Eyüp 21:13) izin veren Tanrı’nın adaletini sorguladı. Tanrı’nın ya uzak ya da sağır olduğunu hissettiği dönemler oldu. Arkadaşları sorularını, öğütlerini ve suçlamalarını öylesine sürdürdüler ki, Eyüp, “Uzun soluklu konuşmalarınız hiç bitmeyecek mi?” diye yakındı (Eyüp 16:3). Sonra tüm öykünün dönüm noktası olan anda, Tanrı doğrudan Eyüp’le konuştu.
Tanrı’nın Eyüp’ün ıstırap dolu sorularına verdiği yanıt, Kutsal Kitap’ın kötülük ve ıstırap konusunu en kapsamlı şekilde ele aldığı bölümdür ama yine de ikisinden de hiç bahsetmez! Tanrı Eyüp’e derli toplu bir açıklama yapmak yerine, çok farklı bir yol izlemiştir. Eyüp’e sık sık bir dizi soru sorarak insanın dışa bağımlılığı ve zayıflığının aksine, doğal dünyanın Tanrı’nın ezici büyüklüğüne ve gücüne nasıl işaret ettiğini hatırlattı:
“Biliyor musun göklerin yasalarını? Tanrı’nın yönetimini yeryüzünde kurabilir misin?” Eyüp 38:33
“Sende Tanrı’nın bileği gibi bilek var mı? Sesin O’nunki gibi gürleyebilir mi?” Eyüp 40:9
“Sen ömründe sabaha buyruk verdin mi, şafağa yerini gösterdin mi?” Eyüp 38:12
“Varıp da, ‘Buradayız’ desinler diye, şimşekleri gönderebilir misin?” Eyüp 38:35
Tanrı’nın Eyüp’ün sorularını doğrudan yanıtlamaya en çok yaklaştığı an, sormak oldu:
“Her Şeye Gücü Yeten’le çatışan O’nu yola getirebilir mi?… Adaletimi boşa mı çıkaracaksın? Kendini haklı çıkarmak için beni mi suçlayacaksın?” Eyüp 40:2,8
Tanrı ona acı ve ıstırabın nedeni hakkında hiçbir şey söylememiş, bunun yerine insanın tepkisine odaklanmıştır. Eyüp’ün dostları tarafından söylenen sözler Eyüp’e açıklık, teselli ya da cesaret getirmek için hiçbir şey yapmamıştı; bunlar “bilgisiz sözlerdi” (Eyüp 38:2), ama Tanrı Eyüp’le konuştukça Eyüp her şeyi doğru bir perspektiften görmeye başladı:
-
Tanrı evrenin mutlak kontrolüne sahipti ve hiçbir şey O’nun ebedi amaçlarını engelleyemezdi: “Senin her şeyi yapabileceğini biliyorum, hiçbir amacına engel olunmaz.” Eyüp 42:2
-
Tanrı’yla tartışacak ya da O’nun kendisiyle olan ilişkisini sorgulayacak durumda değildi: “Bak, ben değersiz biriyim, sana nasıl yanıt verebilirim?” Eyüp 40:4
-
Tüm gerçekleri bilmiyordu: “Kuşkusuz anlamadığım şeyleri konuştum, beni aşan, bilmediğim şaşılası işleri.” Eyüp 42:3
-
Tanrı ile canlı bir ilişki, dinsel duygulardan ya da fikirlerden kesinlikle daha iyiydi: “Kulaktan duymaydı bildiklerim senin hakkında, şimdiyse gözlerimle gördüm seni.” Eyüp 42:5
-
Tanrı’nın gücünü, adaletini ve sevgisini sorgulamakla hata ettiğini itiraf etmeli ve kendini alçakgönüllülükle Tanrı’ya adamalıydı: “Bu yüzden kendimi hor görüyor, toz ve kül içinde tövbe ediyorum.” Eyüp 42:6
Burada önemli ilkeler vardır. Eyüp özel sorularına ayrıntılı yanıtlar alamadı, ama izini anlayamadığı zamanlarda bile Tanrı’ya güvenmeyi öğrendi. Bu kadere boyun eğmek değildi, İrlandalı vaiz Herbert Carson’un dokunaklı bir şekilde ifade ettiği gibi, ‘karanlıkta babasının kollarına sarılmış bir çocuk gibi’ karşılık veriyordu. Tanrı bize istediğimiz tüm cevapları vermez ve verdiğini iddia etmek hem zalimce hem de saçmadır. Avustralyalı yazar Peter Bloomfield’in de belirttiği gibi: “Acı çeken insanların ihtiyaç duyduğu son şey, ilahi takdiri yorumlamaya kalkışan sabit, kibirli ve inatçı danışmaların sesidir.”
Eyüp’ün deneyiminden çok güçlü bir şekilde çıkan bir mesaj şudur: Tüm yanıtları bilmekten çok, bilen kişiyi tanımak ve ona güvenmek önemlidir. Buna tutunmak özgürleştirici bir deneyim olabilir. Birkaç yıl önce eşim, inancını acımasızca boğan, yaşamını tehdit eden bir klinik depresyonun altında eziliyordu. Her hafta iki kez, insanlar neredeyse aynı kelimelerle ona, Tanrı’nın hayatımıza girmesine neden olduğu ya da izin verdiği hiçbir şeyi açıklama yükümlülüğü olmadığını sevgiyle hatırlatmalarına rağmen görünürde hiçbir rahatlama yok gibiydi. Tüm bunlar, sorularımıza kesin cevaplar vermedi, ancak bir gün içinde üzerindeki kara bulutlar kalktı ve Joyce imanı yenilenmiş ve derinleşmiş olarak gün yüzüne çıktı.